İSTANBUL (AA) – Altun, İstanbul Kongre Merkezi’nde düzenlenen TRT World Forum 2024’ün “Medya Taraflılığının İnşası: Kutuplaştırmanın Arkasındaki Güçleri Deşifre Etmek” başlıklı oturumda konuştu.
Oturumun başlığında medyanın taraflı bir tutum içinde olduğuna dair güçlü bir iddia bulunduğunu ifade eden Altun, Batılı modern paradigmaya göre medyanın, bireylerin tarafsız şekilde bilgi, enformasyon, haber alma hakkını temin ettiği için değerli ve gerekli olduğunu anlattı. Altun, bu anlayışa göre medyanın, toplumun çıkarını savunan dördüncü kuvvet ve siyaset-üstü bir mekanizma olduğunu kaydetti.
Tarihsel olarak medyanın bu konumunu güçlendirmek amacıyla haber ulaştırma misyonuna eğlendirici içerik ve reklam satma fonksiyonlarını da eklediğini belirten Altun, “Bu süreçte medya bireylere sağlıklı bir enformasyon akışı sağladı mı? İnsanlar medya aracılığıyla bilgiye sağlıklı şekilde erişip onu serbestçe dağıtabildiler mi? Hayır. Ana akım medya kuruluşları seçilmiş, filtrelenmiş, gözden geçirilmiş bilgiyi, haberi topluma iletti. Bu süreci de tabi oldukları iktidar mekanizmalarının çıkarlarına göre yönettiler. İstedikleri bilgiyi istedikleri şekilde gösterip, göstermek istemediklerini gizlediler. Bunu yaparken de dokunulmazlık zırhına büründüler. Hakikati, gerçeği, doğru bilgiyi değil, gerçeğin bir kısmını paylaştılar. Sonuçta paylaştıkları hakiki bilgi olmadı, tahrif edilmiş bilgi oldu.” ifadelerini kullandı.
Konvansiyonel ve analog dönem medyasının farklı ülkelerde, toplumlarda siyasal ve ideolojik kutuplaşmaları körüklediğini vurgulayan Altun, günümüz iletişim ve medya rejiminin ne 19. yüzyılda ne de 20. yüzyıldaki gibi olmadığını anlattı.
Altun, analog medya ve iletişim rejiminden dijital medya ve iletişim rejimine geçildiğini belirterek, bu yeni iletişim ve medya rejimi birçok farklılık ile imkanı bünyesinde barındırsa da ne yazık ki büyük fotoğrafa bakıldığında tahrif edilmiş bilginin hakiki bilgiye olan üstünlüğünün bu yeni dönemde de devam ettiğini gördüklerini dile getirdi.
“Sistematik şekilde dezenformasyon ürettiler”
Dijital medya düzeninde bireylerin, medya tüketicilerinin içerik üretecekleri, bilginin demokratikleşeceği, bilgi akışlarındaki merkezkaç yapı dolayısıyla Batı dışı dünyanın öne çıkacağının söylendiğini kaydeden Altun, “Öyle oldu mu? Olmadı. Bu kez küresel medya şirketleri, sosyal medya platformları küresel iletişim akışına ideolojik bir şekilde yön vermeye başladılar. Tahrif edilmiş bilgileri yaydılar. Sistematik şekilde dezenformasyon ürettiler. Küresel iletişim alanındaki adalet ve hakikat krizlerini büyüttüler. Bütün bunlarla birlikte tarafgir tutumlarıyla küresel alanda kutuplaşmaları, ayrışmaları derinleştirdiler.” diye konuştu.
Altun, bunların, başlı başına ağır insan hakları ihlalleri olarak ele alınması gerektiğini vurgulayarak, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Ben huzurlarınızda bu teklifte bulunuyorum. Bugünün egemen dijital ve analog medya yapılarının hakiki bilgi yerine dezenformatif, manipüle edilmiş, tahrif edilmiş bilgiyi yeniden, yeniden üretmesini insan hakkı ihlali olarak tanımlamalıyız. Hakiki bilgi, bireylerin kamusal alana, sosyal yaşama, ekonomik aktivitelere ve dahası siyasal hayata katılımlarının en temel bileşenlerinden biridir. Bu yönüyle hakiki, doğru, gerçek bilgiye erişmek, onu serbestçe dolaştırmak temel bir insan hakkıdır. Bugün küresel alanda büyük konvansiyonel medya şirketleri de sosyal medya platformları da ideolojik bir yaklaşım içinde Batı sömürü düzenini ve adaletsiz, normsuz uluslararası ilişkiler sistemini sürdürmeye ve meşrulaştırmaya çalışıyorlar.”
Karşılarında bir dijital faşizm rejimi olduğunu artık kabul etmeleri gerektiğini vurgulayan Altun, “Maalesef yine karşımızda bu faşist rejimi ayakta tutmaya çalışan dijital diktatörler var. Bunların en temel iktidar stratejisi gündelik hayatı, gündelik hayatlarımızı kolonileştirmek, sömürgeleştirmektir. Bu hedefe ulaşmak için yapay, aşırı tüketim kültürünü özendirmeye çalışıyorlar. İnsanları uyuşturan bir dijital bağımlılık sistemini ayakta tutmak için çabalıyorlar. Gizli sansür ve örtülü özendirme mekanizmalarıyla siyasal davranış değişiklikleri meydana getirmeye gayret ediyorlar. Bütün bu süreçlerde elbette Batı dışı devletlerin denetim, düzenleme ve hukuki müdahalelerinden kendilerini muaf tutmaya çalışıyorlar, kendilerini hukukun üstünde konumlandırıp hesap vermek istemiyorlar.” şeklinde konuştu.
Altun, konvansiyonel medya araçlarının egemen olduğu dönemden dijital medya araçlarının egemen olduğu döneme geçişle birlikte artık medyanın bir bütün olarak sadece siyasal ve ideolojik kutuplaşmalara değil, aynı zamanda toplumsal kutuplaşmalara da kaynaklık etmeye başladığını ifade etti.
“Yeni dönemin bireyleri siyasal kimliklerini söyleme mecburiyetiyle karşı karşıya kalıyorlar”
Bu durumun toplumsal alanda barış, müzakere ve birlikte yaşama duygusunu tehdit eden önemli unsurlardan biri olduğuna işaret eden Altun, “Yeni dönemin bireyleri kamusal alanda siyasal kimliklerini, dijital medya mecraları üzerinden söyleme mecburiyeti ile karşı karşıya kalıyorlar. Bu yeni bir tür faşizmdir. Roland Barthes’ın deyişiyle ‘Faşizm, konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir’.” diye konuştu.
Altun, tarafsızlık iddiasının yine geleneksel medya döneminde iktidar ilişkilerini, toplumdaki ve uluslararası alandaki güç asimetrilerini gizlemeye dönük bir alet olarak kullanıldığını dile getirerek, bunun iktidar ilişkilerinde, muktedirlerin zayıflardan ‘rıza’ ve ‘katılım’ bekledikleri dönemlerde karşılarına çıkan bir durum olduğunu anlattı.
ABD’nin 1945 yılı sonrasında Batı dünya egemenliğini temsil etmeye, Batı’nın öncü gücü olarak tarih sahnesine çıkmaya başlaması sonrasında, 19. yüzyılda şekillenen geleneksel Batılı sömürge sisteminin revizyona tabi tutulduğunu aktaran Altun, 19. yüzyılda şekillenen geleneksel Batılı sömürge sisteminin, Batı dışı dünyanın zenginliklerini zor kullanarak talan etme anlayışına dayandığını kaydetti.
Altun, iki dünya savaşı arası dönemde sömürüye tabi tutulan toplumların büyük bir özgürleşme dalgası başlattığını, bunun da Batı dünya hegemonyası için büyük bir sınamaya dönüştüğünü dile getirerek, bu sınama karşısında İkinci Dünya Savaşı sonrasında yükselen Amerikan hegemonyasının Batı dışı dünyayı zor kullanarak sömürmek yerine, onları dünya sisteminden pay alarak bağımlı kılmaya yönelik bir anlayışı benimsediğini ve yeni bir uluslararası sistem inşa ettiğini vurguladı.
Bu sistemde Batı dışı dünyanın Amerikan önderliğindeki Batı hegemonyasına “rıza” göstermesinin talep edildiğini söyleyen Altun, Batı’daki ana akım medya ve Batı dışındaki Batıcı medyanın bu bağımlılık ilişkisini kurumsallaştırmaya ve bu süreçte “rıza” mekanizmaları üretmeye çalıştığını kaydetti.
Altun, tarafsızlık söyleminin bu süreçte ana akım medyanın koruma kalkanı olduğuna işaret ederek, oysa hakikatin, medyanın tam anlamıyla bir taraf olarak, Batı dünya egemenliğini pekiştirmeye yönelik bir performans sergilemesi olduğunu ifade etti.
Bugün bu rıza arayışı ve buna paralel gelişen tarafsızlık söyleminin hakim Batılı iletişim ve medya rejimi için bir lükse, belki de bir yüke dönüştüğünü kaydeden Altun, bugün Batı medyasının egemen olduğu küresel enformasyon rejiminin Batı dışı dünyada bir rıza ortamı inşa etme gayretinde olmadığını dile getirdi.
Tarafsızlık arayışının yerini yeni taraftar toplama çabası aldı
Altun, son birkaç yılda bu tablonun değiştiğini belirterek, ana akım Batı medyasında, Batı dışı toplumlara, “mağdurlara”, “mazlumlara” “madunlara” yönelik siyaseten doğrucu dilin ortadan kalkmaya başladığını, tarafsızlık arayışının yerini, taraftar toplama çabasının aldığını söyledi.
İslam karşıtlığı ve yabancı düşmanlığı propagandasının marjinal olmaktan çıkıp ana akım yayın kuruluşlarının tutumuna dönüştüğünü dile getiren Altun, Batının üstünlüğü ve Batı dışı dünyanın, Batı için bir yüke dönüştüğü tezlerinin yeniden popüler söylem haline geldiğini anlattı.
Altun, bu sürecin salgın dönemiyle başladığını ifade ederek, şöyle konuştu:
“Rusya-Ukrayna Savaşı ile hızlandı ve İsrail’in Gazze’de başlattığı soykırım süreciyle birlikte zirveye çıktı. Bakın bugün gözlerimizin önünde büyük bir soykırım yaşanıyor. Bu soykırım bütün dünyanın gözleri önünde yaşanırken, Batı medyası İsrail’in Batı dünyası için ne denli önemli bir müttefik olduğunun propagandasını yapıyor. Siyaseten doğrucu bir dil kullanma gereği duymadan İsrail’i haklı çıkarmak için elinden geleni yapıyor. Sadece Gazzelilere, Filistinlilere değil, bütün Müslümanlara karşı apaçık bir nefret söylemini dolaşıma sokuyor. Beyaz adam için daha fazla taraftar toplamaya çalışıyor. Pay vererek bağımlı kılma anlayışını terk edip, yeniden kaba sömürü ve işgal politikası teklifinde bulunuyor. Rıza oluşturmak yerine korku iklimi inşa etmeye çalışıyor.”
Bu sürecin içinde yer alan konvansiyonel ve dijital medya aktörlerinin küresel alandaki adaletsizlikten olduğu kadar, kutuplaşmadan ve acılardan da sorumlu olduğunu vurgulayan Altun, “Şunu da itiraf etmeliyim, tarafsızlık iddiasını her zaman yersiz buldum. Bana göre değerli olan objektiflik arayışıdır. Kıymetli olan dürüstlüktür ve bir o kadar da şeffaflıktır. Akademik yaşamım boyunca, medya araştırmalarıyla ilgilendiğim dönemde de hep bunu savundum.” dedi.
“Bu düzen değişmelidir”
Altun, medyanın pusulasının adalet ve hakikat olması gerektiğini belirterek, “Bugün Gazze’de yaşanan soykırım başta olmak üzere dünyada yaşanan insanlık suçlarına, savaşlara, terörizme, düzensiz göç dalgalarına, finansal çalkantılara, gıda ve tedarik zinciri krizlerine karşı medya ‘haklı’nın savunuculuğunu değil, ‘güçlü’nün propagandistliğini yapmaktadır. Bu düzen değişmelidir. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan nasıl ‘Daha adil bir dünya mümkündür’ diye haykırıyorsa, biz de küresel alanda adil bir medya ortamı mümkündür, elzemdir diyoruz ve sizleri bu çağrıya kulak vermeye, birlikte çalışmaya çağırıyoruz.” diye konuştu.
Muhabir: İrem Demir