İSTANBUL (AA) – Çeşitli eğitim programlarıyla bireylerin Türk müziğini öğrenmesini ve bu alanda uzmanlaşmasını destekleyen MEV, farklı milletlerden bireylere de bu eğitim fırsatını sunarak Türk müziğinin evrensel boyutunu ortaya koyuyor.
MEV’de eğitim faaliyetlerini sürdüren ve hatta eğitmenlik yapan Çekyalı neyzen Richard Cermak, İranlı def sanatçısı Nefiseh Farajirad ve Tunuslu çeng sanatçısı Dr. Emna Jamoussi, Türk müziğiyle tanışma hikayelerini AA muhabirine anlattı.
“Buraya gelince neyi gördüm ve beni çok etkiledi”
Cermak, 2011’de bağlama enstrümanını öğrenmek için Türkiye’ye geldiğini belirterek, “Çocukken klasik gitar eğitimi aldım. Sonra meslek olarak fotoğrafçılık yaptım. Türkiye’ye geldikten sonra müzik ile devam ettim.” dedi.
Batı müziğinin kendisini tatmin etmemesinin ardından Doğu müziğini keşfetmek için yolculuğa çıktığını ifade eden Cermak, şunları kaydetti:
“Bağlamayı gördüm ve gitardaki perdelerin olmadığını fark ettim. ‘Bu nasıl bir sazdır?’ diye sordum. ‘Bu Türklere ait bir saz, bağlamadır.’ dediler. Onun için Türkiye’ye geldim. Bağlama aslında sadece bir vesile olmuş burayı bulmak için. İstanbul’a geldiğim gün, sanki her şey planlanmış gibi hissettim. Bağlama aldığım dükkandan çıktığım zaman tevafuk oldu. Oradan birisi bana bu vakfın adresini verdi. Buraya gelince neyi gördüm ve beni çok etkiledi.”
Richard Cermak, her sazın kendi maneviyatı olduğuna vurgu yaparak, icra eden kişinin maneviyatıyla bütünleştiğinde çıkan sesin insanların ruhunu etkilediğini söyledi.
Batı müziğini bilerek Türk müziğini öğrenmenin kendisine büyük kolaylık sağladığına dikkati çeken Cermak, “Bestekar neyzen Aziz Dede’nin Saba makamında saz semaisi var. İlk zamanlar bunu ut ile icra etmeye çalışıyordum. Ney ile icra etmem birkaç sene sürdü. Koroda okuduğumuz çok fazla eser var.” şeklinde konuştu.
Vakfın Kadıköy’deki merkezinde müzik dersleri verdiğini de aktaran Cermak, şunları kaydetti:
“Müzikoloji mezunuyum. Yüksek lisans eğitimim devam ediyor. İstanbul Üniversitesi Konservatuvarında ney dersleri veriyorum. Benim gibi Osmanlı müziğiyle meşgul olan Dimitri Kantemiroğlu, Ali Ufki Bey gibi büyük musikişinaslar var. O insanlar da burada uzun yıllar yaşayıp, Türk müziği üzerinde ciddi çalışmalar yaptı. Bütün bu hizmetler genellikle yabancılar tarafından yapılmış. Benim örnek aldığım neyzenler arasında Niyazi Sayın, Aka Gündüz Kutbay var.”
“Müzik sonsuz bir dünyadır”
Nefisah Farajirad da 2020’de doktora eğitimi için Türkiye’ye geldiğini belirterek, küçük yaşlardan beri farklı enstrümanları icra ettiğini, 15 yıldır profesyonel olarak def çaldığını söyledi.
Bir arkadaşının vasıtasıyla MEV’e geldiğini vurgulayan Farajirad, o günden bu yana vakfa bağlandığının altını çizerek “Burada çok profesyonel hocalar ve çok samimi bir ortam var. Buraya gelmeden önce Türk müziği hakkında pek bilgim yoktu ama burada hocalarla beraber öğrenmeye başladım. Türk müziğinin zenginliğini daha yakından idrak ettim.” değerlendirmesinde bulundu.
Farajirad, Türk ve İran müziğinin birbirine çok benzeyen yanları olduğuna işaret ederek, Türk ve İranlı sanatçıların olduğu ortak bir proje geliştireceklerine vurgu yaptı.
Türk müziğinde hicaz ve hüseyni makamlarını çok sevdiğinin altını çizen Farajirad, “Türk müziğini öğrenmeye başladıktan sonra ders vermeye de başladım. Bizim çalma üsluplarımız biraz farklı. O yüzden bunu birleştirip güzel bir şey çıkarabileceğimizi düşünüyorum.” ifadelerini kullandı.
Nefisah Farajirad, Türkiye’de birçok konserde müzisyen olarak sahneye çıktığını aktararak, şöyle devam etti:
“Müzik sonsuz bir dünyadır. Hiçbir sınırı yok. Farklı ülkelerden ve kültürlerden müzik dinlemek çok güzel yolları açıyor. Yabancı müzikleri dinlerken sanki kafamızda bir çiçek açıyor. En büyük hayalim Türkiye ve İran ortak müziklerini akademik olarak araştırmak ve sonra onu sahnede icra etmek.”
“İnsan da aslında enstrüman gibi akorda ihtiyacı var”
Emna Jamoussi ise Türkiye’ye ilk kez tıp öğrencisiyken değişim programıyla geldiğine işaret ederek, 11 senedir Türkiye’de yaşadığını söyledi.
Öğrenciyken Türkiye’ye geldiğinde Edirne’ye gittiğini ve oradaki Sultan II. Beyazıd Darüşşifası’ndan çok etkilendiğini söyleyen Jamoussi, “Oradaki müzikler o kadar sihirliydi ki… Bir cümle vardı, hala hatırlıyorum. ‘Burada hekim olmadan önce müzisyen olunur’. Çünkü empati yapmak gerekiyormuş. Ben orada eksiklik hissettim. Hekimlik eğitimi alıyorum ama hala müzisyen değilim. Ondan sonra Türk musikisine ve Türk kültürüne aşık oldum.” ifadelerini kullandı.
Jamoussi, tıpta uzmanlık için Türkiye’ye gelip sınava girdiğini ve nöroloji alanında uzmanlaştığının altını çizerek, 2014’te Türk musikisini Araştırma ve Tanıtma Grubu (TÜMATA) ile tanıştığını birçok konserinde sahneye çıktığını ifade etti.
Kolombiyalı bir arkadaşıyla 2017’de MEV’e geldiğini ve o günden sonra bu çatı altında müzik yapmaya devam ettiğini kaydeden Jamoussi, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Müzik terapiyi hastalarıma öneriyorum. Akupunktur seansları sırasında kesinlikle bir müzik makamı açıyorum. Hastalarda çok iyi geliyor çünkü müzik ruhun gıdası ve bir şekilde etki ediyor. Burada bir solfej eğitimi almak istedim. Klasik Türk musikisiyle tanışma yolundayım şu an. Başlarda bana çok ağır geliyordu ama yavaş yavaş klasik Türk müziğini sevmeye başladım. İlk geldiğimde elime aldığım enstrüman çeng oldu. Çengin sürekli akorda ihtiyacı var. İnsan da aslında enstrüman gibi, akorda ihtiyacı var. Her an o akordu düzeltmen gerekiyor. Meşk sırasında bireyselliğinden çıkıyor ve o birlik içinde çözülüyorsun. Öyle bir his oluyor. Mesela teorik olarak müzik düşündüğümüzde tek tek bakınca zorluk çekiyoruz ama kendimizi müziğe verdiğimiz zaman bakıyoruz ki içimizde bir şey var, o ortaya çıkıyor.”
Muhabir: Fatih Türkyılmaz