LONDRA (AA) – Panele, Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Osman Koray Ertaş, İngiltere Parlamentosu üyeleri, akademisyenler, insan hakları savunucuları, gazeteciler, uluslararası yetkililer, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile çok sayıda davetli katıldı.
Panel, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un mesajıyla başladı.
Programın açılışında konuşan Büyükelçi Ertaş, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve Altun’a etkinliği düzenledikleri için teşekkürlerini sundu.
Ertaş, dünyanın köklü dönüşümlerden geçtiği bir dönemde olduğunu belirterek, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan uluslararası düzenin, ironik şekilde, onu tasarlayan aktör tarafından test edildiğini bildirdi.
Büyükelçi Ertaş, “Son gelişmeler bazıları için şaşırtıcı gelse de gerçek şu ki bu noktaya bir gecede gelmedik. Savaş sonrası dönemde tasarlanan siyasi ve ekonomik yapılar bugünün zorluklarını aşmakta başarısız oluyor.” dedi.
Yaklaşık 20 yıldır bu sistemin adalet, istikrar ve güvenlik sağlamakta zorlandığının görüldüğünü kaydeden Ertaş, bu başarısızlığın açık bir örneğinin, modern tarihin en büyük krizlerinden biri olan Kovid-19 salgınına verilen küresel tepki olduğunu ifade etti.
Milyonlarca hayatın tehlikede olduğu bir durumda, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin bir karar almasının 100 gün sürdüğünü hatırlatan Ertaş, bu gecikmenin daha geniş bir işlev bozukluğunu yansıttığına dikkati çekti.
Ertaş, yeniden adaletin değil gücün sonuçları belirlediği bir dünyaya geri dönüldüğünü vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Gerçekten adil uluslararası sistem olmadan, çok taraflılık çağrıları sözde kalmaktan öteye gidemez. Bu durum hiçbir yerde Filistin trajedisine verilen tepkide olduğu kadar belirgin değil. Dünyanın Filistin’deki trajediye verdiği tepki ile Ukrayna gibi diğer krizlere verdiği tepki arasındaki keskin tezat, insanlık olarak yüzleşmemiz gereken ciddi bir etik ikilemi ortaya koymaktadır. İnsani acılar karşısında gösterilen küresel tepki bile seçicidir. Örneğin Sudan’daki insani katliam hakkında pek bir şey duymuyoruz. Aynı şey Somali ya da Myanmar için de geçerli. Filistinlilerin zorla yerlerinden edilmesine dayanan bir çatışmanın, şimdi onları daha da yerlerinden edecek önerilerle tırmandırılıyor olması daha da rahatsız edici. Türkiye, Filistinli kardeşlerimizin yanında olmaya devam edecek.”
“Türkiye yıllardır daha adil ve demokratik küresel düzen çağrısında bulunuyor”
Ertaş, Türkiye’nin yıllardır daha adil ve demokratik bir küresel düzen çağrısında bulunduğunu belirterek, adalet, eşitlik ve onuru gözetmeyen sistemin kalıcı çözümler üretemeyeceğini savundu.
Yoksulluk, gelir eşitsizliği, gıda krizi, düzensiz göç, terör ve iklim değişikliği gibi küresel sınamalarla mücadelenin, yine küresel işbirliğine ihtiyaç duyduğunu aktaran Ertaş, “Tüm bu sınamalara karşın kötümserliğe kapılamayız. Özel ve kamu aktörleri olarak birlikte çalışmalı, daha insancıl, gerçekçi ve işbirlikçi bir küresel düzen kurmalıyız.” dedi.
Büyükelçi Ertaş, değişimin ancak milletler ve toplumlar, kolektif irade ve ahlaki cesaretle hareket ettiğinde yaşanacağının altını çizdi.
“Gazze, Siyonist sömürgecilikle batı emperyalizminin bir araya geldiği nokta”
Oxford Üniversitesinden Emeritus Profesör Avi Shlaim ise moderatörlüğünü gazeteci Ghida Fakhry’nin yaptığı panelin “İnsan Hakları ve Filistin: Günümüz Dünyasında Adalet Arayışı” başlıklı ilk oturumunda konuştu.
Gazze’de yaşananları tek kelimeyle “soykırım” olarak nitelendiren Shlaim, siyonizmin yerlileri ortadan kaldırma mantığına sahip olduğunu söyledi.
ABD’li filozof ve dilbilimci Noam Chomsky’nin İsraillilerin Filistin topraklarını gasbetmesini “Emperyalizmin en aşırıcı formu” olarak yorumladığını hatırlatan Shlaim, “1917’deki Balfour Deklarasyonu’nun ardından Filistinli halk, siyonist sömürgeciliği altında ezilmiş, aynı zamanda batı emperyalizmiyle karşılaşmıştır. Buna sonra ABD de dahil olmuştur. Gazze, siyonist yerleşimci sömürgeciliği ile acımasız Batı emperyalizminin bir araya geldiği noktadır.” dedi.
Shlaim, Britanya’nın Filistin meselesinin başlangıç noktası olduğunu vurgulayarak, “Britanya’daki hiçbir hükümet bu tarihi sorumluluğu kabul etmemiştir. Nekbe 1948’de gerçekleşti. Filistinlilerin 4’te 3’ü mülteci oldu. Burada haritadan silinen bir ülke söz konusu. Ama Nekbe bir süreçtir, 1948’den beri devam ediyor.” değerlendirmesini yaptı.
Uluslararası Adalet Divanı’nın, İsrail’in Filistin topraklarında yaptığı eylemleri yasa dışı bulduğuna değinen Shlaim, bunlara rağmen İsrail’e karşı adımlar atılmadığını belirtti.
Batı hükümetleri ile halkları arasında bir kopuş olduğuna dikkati çeken Shlaim, “Hükümetler İsrail yanlısı ve tek taraflılar. ABD hükümeti burada İsrail’in savaş suçlarında suç ortaklığı yapıyor. Britanya da farklı değil. Filistin’in istekleri göz ardı ediliyor. Batı hükümetlerinin tutumlarını bir gecede değiştireceğini de ummuyorum.” ifadelerini kullandı.
Shlaim, İsrail’in Batıdan aldığı desteğe de işaret ederek, “İsrail, Batı için büyük bir varlık, büyük bir araç. İsrail, etrafı otoriter devletlerle çevrili bir ‘Demokrasi adası’ olarak düşünülüyor. Bu nedenle batıdan destek ve sempati görüyordu. Bugünkü duruma bakarsanız İsrail bir demokrasi değil, apartheid devletidir.” dedi.
Batının İsrail’i desteklese de sivil toplum hareketlerinin güç kazandığına vurgu yapan Shlaim, hükümetlerin bu şiddet içermeyen hareketlere kulak vermek zorunda kalacağı öngörüsünde bulundu.
Shlaim, Oxford Üniversitesinde Filistin’e destek için kurulan öğrenci kampında, Yahudi öğrencilerin de yer aldığını belirterek, kendisinin de buna destek verdiğini anlattı.
İsrail’in Yahudiler için güvenli bir ülke olmak için kurulduğunu söyleyen Shlaim, “İsrail, Yahudiler için en güvensiz yer. Ben de Yahudiyim, İsrail ordusunda yer aldım. Temel prensipler vardı. Ama (İsrail Başbakanı Binyamin) Netanyahu hükümeti, bu prensiplerin tam tersi, en gaddar, açıktan ırkçı, Yahudileri üstün gören bir hükümet. Bu hükümetle dünyadaki Yahudiler arasında büyük fark var.” diye konuştu.
“Batı, doğru yolu en son bulan taraf oldu”
Panelde konuşan ABD-Orta Doğu Projesi Başkanı Daniel Levy ise “Nekbe’nin sona erdirilmesi” fikrinin birçok siyasi sınıfta kabul edilen bir görüş olduğuna dikkati çekti.
Bunun bir etnik temizlik anlamına geldiğini söyleyen Levy, “İsraillilerde öğrenilmiş bir deneyim var. Saf bir cezasızlık söz konusu. Bu cezasızlık onlara bu yolda sunulmuş bir şey. Pragmatik görüşler ortadan kalkmış durumda. Burada İsrail dışı aktörlerin de sorumluluğu var.” dedi.
Levy, İsrail’in bu durum karşısında cesaretinin arttığına işaret ederek, öncelikle İsrail’in cezasızlığı ve bunu sağlayanların cezasızlığının çözülmesi gerektiğini söyledi.
“Cezasızlığın sınırının olmadığını 15 aydır görüyoruz. Bir sıfır noktasındayız. Bu uluslararası sistemin çöküşü.” diyen Levy, alternatif bir düzen olmadığının altını çizdi.
Levy, tüm kurumların görmezden gelindiğini kaydederek, İsraillilerin yurt dışındaki spor müsabakaları ve seyahatlerini planlarken bir kere daha düşünmek durumunda olduğunu söyledi.
Bazı spor kulüplerinin maçlarını seyircisiz oynamak istediğini, bazı İsrailli yetkililerin ise seyahatlerinde bazı ülkelere gitmemeyi tercih ettiğini anlatan Levy, “Tek kutuplu bir dünyada yaşamıyoruz. Batıda ne yaparsak yapalım, beklentilerimiz farklı. Batı hükümetleri, bize en son yetişecek hükümetler. Güney Afrika’daki apartheidde de Batı doğru yolu en son bulan taraf oldu.” diye konuştu.
Batı basınını da eleştiren Levy, batılı medya kuruluşlarının İsrail’in Gazze’ye muhabir yollamama taleplerine olumlu yanıt verdiğini kaydetti.
Levy, batı medyasının yurttaş gazeteciliğine de önem vermediğini vurgulayarak, “Bu noktada hesap verilebilirliği getirmek zor olacak. Bunun karşısında bir direniş var ama bir halkın dayanıklılığından ilham almak gerekiyor.” değerlendirmesini yaptı.
“İnsanlar Filistin gösterilerine katılırlarsa işlerini kaybedeceklerinden korkuyorlar”
İngiltere Parlamentosu Lordlar Kamarası üyesi Baroness Shaista Gohir de parlamento üyelerinin Gazze’de yaşananlar hakkında yeterince bilgilendirilmediğini ve Filistin halkının yaşadıklarının yeterince dile getirilmediğini söyledi.
Gohir, Gazze konulu toplantılara katılan kişilerin genellikle aynı isimler olduğuna işaret ederek, bireylerin Filistin konusunda eğitilmesinin fark yaratacağı görüşünü paylaştı.
Toplum içerisinde Gazze’de yaşananların açık şekilde konuşulmasından çekinenlerin sayısının da oldukça fazla olduğuna işaret eden Gohir, “İnsanlar iş yerlerinde bunu konuşmaktan çekiniyorlar. Çünkü işlerini kaybedeceklerinden korkuyorlar. İnsanlar gösterilere katıldıklarını bile söylemekten çekiniyor. Filistinlileri desteklediğinizde Hamas’ı desteklemiş gibi algılanıyor. İnsanlar Filistin gösterilerine katılırlarsa, işlerini kaybedeceklerinden korkuyorlar.” ifadelerini kullandı.
Gohir, İngiltere’nin Gazze’de yaşanan insan hakları ihlallerinde suç ortağı olup olmadığına ilişkin soru üzerine, “Eğer bizim hükümetimiz prensiplere dayalı önceliklerden önce siyasi bağlılıklara öncelik veriyorsa, insan hakları ihlallerinde suç ortağı olduklarını söylemek mümkün.” dedi.
“Tam bir yıkım, kaos ve teröre tanıklık ettim”
Panelde konuşanlar arasında İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları sırasında Refah kentinde yaklaşık 3 hafta görev yapan anestezi uzmanı Dr. Birsen Gaskell de yer aldı.
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ile Şubat 2024’te Gazze’ye gittiğini belirten Gaskell, “Çocukların anestezisiz tedavi edildiğini duyunca inanamadım, bu mümkün olamazdı. Şok geçirdim ve bunu duyunca Gazze’ye giderek orada hizmet vermeye karar verdim.” ifadelerini kullandı.
Gazze’ye giriş yaptıktan sonra gördükleri karşısında şoka uğradığını dile getiren Gaskell, “Tam bir yıkım, kaos ve teröre tanıklık ettim.” dedi.
Gaskell, İsrail’in saldırıları altındaki Gazze halkının büyük çoğunluğunun Refah’a ve Han Yunus’a göç etmek zorunda bırakıldığını ve sonrasında Han Yunus’un tamamen yerle bir edildiği anda bölgede olduğunu kaydetti.
Doktor Gaskell, “O kadar çok patlama duyuyorduk ki uyuyamıyorduk. Sürekli bombalar düşüyordu. Her an çok büyük bir yıkım meydana geliyordu. Gerçekten dehşet verici bir yerdi.” diye konuştu.
Çok küçük bir alanda binlerce çadırın kurulduğunu, elektriğe ve temiz suya erişimin mümkün olmadığını anlatan Gaskell, “Duş almak mümkün değildi. Duştan tuzlu su akıyordu ve bu su deriyi kaşındırıyor, tahriş ediyordu. 3 hafta sonra Gazze’den Kahire’ye dönünce ilk kez duş alabildim.” dedi.
Gaskell, MSF ile bölgede görev yapan sağlık çalışanlarının, bu şartlar altında dahi Gazze halkına göre imtiyazlı bir pozisyonda olduklarını belirterek, Filistinlilerin karşı karşıya kaldıkları koşulların çok daha dayanılmaz olduğuna tanıklık ettiğini söyledi.
Anestezi doktoru Gaskell, “Artık hayat benim için anlam verilemeyen bir yapı haline gelmişti. Dünyanın sonu gibi gözüküyordu. Kıyamet anı yaşıyormuş gibi hissediyordum. Gördüklerimi aklım almıyordu. O ortamda gerçekten dünyanın sonu gelmiş gibi hissediyordunuz.” ifadesini kullandı.
Gaskell, görevi süresi sona erdikten sonra Gazze’den ayrılmak ve hastalarını bırakmak zorunda kaldığı için kendisini suçlu ve kötü hissettiğini dile getirdi.
“İnsan Hakları ve Filistin: Günümüz Dünyasında Adalet Arayışı” başlıklı panelin ilk oturumunda, Filistin’de yaşanan insan hakları ihlalleri ele alınarak sahadaki gerçekler ve uluslararası toplumun sorumlulukları kapsamlı şekilde değerlendirildi.
Ayrıca, mevcut ihlallere karşı küresel farkındalığın artırılması ve adaletin sağlanmasına yönelik ortak çözümler geliştirilmesi amaçlandı.
“Temel olarak BM Güvenlik Konseyi’nin reforma ihtiyacı var”
Eski Güney Afrika Cumhuriyeti Uluslararası İlişkiler ve İşbirliği Bakanı Naledi Pandor, panelin “Küresel Adaletin Yeniden İnşası: BM Reformunun İnsan Haklarına Etkisi” başlıklı ikinci oturumunda konuştu.
Pandor, konuşmasında Birleşmiş Milletler’in (BM) yapısına ilişkin eleştirilerde bulundu.
Rusya ile yaşadıkları savaşta Ukrayna vatandaşlarına gösterilen ilginin, içinde bulundukları kötü koşullara rağmen, Arakanlı Müslümanlara (Rohingya) ya da Filistinlilere gösterilmediğine işaret eden Pandor, küresel sistemde ciddi tutarsızlık ve eşitsizlik olduğunu dile getirdi.
Pandor, dünyanın farklı bölgelerinde baskı gören toplulukların, BM Şartı’nda belirtilen tam korumadan yararlanmadığına dikkati çekerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Özgürlüğün ve adil dünyanın mümkün olduğuna inanıyorum. Hayatımı buna inanarak yaşadım. Ancak, zorunlu olan, BM’yi apartheidin zararlarından muzdarip Güney Afrikalılar olarak özgürlük mücadelesi verdiğimiz zamanki haline geri getirmek için reform yapmamız gerektiğidir. BM, kurtuluş örgütlerimizle yakın işbirliği içinde çalışan bir organdı. Biz, ırk ayrımcılığını insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak BM’de tescil ettirmeyi başardık; ancak bugün İsrail’in Filistin halkına baskı uygulayarak ve Filistinlilerin temel özgürlüklerini inkar ederek yaptıklarını henüz kabul ettirmiş değiliz.”
Dünya vatandaşlarının günümüzde BM’nin statüsünün zayıfladığına tanık olduğunu belirten Pandor, BM’nin reforme edilmesinin elzem olduğunu bildirdi.
Pandor, “Temel olarak BM Güvenlik Konseyi’nin reforma ihtiyacı var. Karar vericilerin de reforme edilmesi gerekiyor.” ifadelerini kullandı.
“Filistinliler Ukraynalılarla aynı muameleyi görmüyor”
Panelde konuşan eski İngiltere Parlamentosu üyesi Tasmina Ahmed-Sheikh, uluslararası kamuoyunun Ukrayna ve Gazze konularına gösterdiği iki yüzlü yaklaşımı eleştirdi.
İki nokta da insanların öldüğünü kaydeden Ahmed-Sheikh, “Bazı insanların hayatına, diğerlerine göre daha fazla önem veriliyor. Ukrayna’dan gelen göçmenlere bakılıyor, onlara yerler veriliyor ama aynı muameleyi Filistinliler göremiyor.” dedi.
Ahmed-Sheikh, BM’de bir reforma ihtiyaç olduğunu anlattı. Daimi üyelik sisteminin değişmemesi ancak genişletilmesi gerektiğini savunan Ahmed-Sheikh, “Uluslararası mahkemeler tutuklama kararı çıkardıktan sonra, ‘Önemli değil.’ denirse bu mahkemelerin ne kıymeti kalacak? Onların sözünün önemli olması gerekiyor yoksa ülkeler bunu kendi menfaatlerine göre kullanacaktır.” diye konuştu.
“İsrail’e verilen destek yüzünden BM güvenilirliği de zarar görüyor”
Eski Britanya Müslüman Konseyi Başkanı Zara Muhammed de Batılı hükümet yetkililerinin yaptığı, “İsrail, kendisini savunma hakkına sahiptir.” açıklamalarına değindi.
BM’nin hukuki olarak barışı getirme sorumluluğu olduğunu kaydeden Muhammed, “Fakat barış için çalışanların fonları elinden alınıyor. Mesela UNICEF’in istatistikleri var ama bunlara inanılmıyor, ‘Bunlar terörist’ deniyor. İsrail’e verilen destek yüzünden BM güvenilirliği de zarar görüyor.” diye konuştu.
İsrail’in Gazze’de hastaneleri hedef almasına dikkati çeken Muhammed, “Uluslararası hukuk nerede? BM nerede? İlke kararları nerede? Bunların amacı ne? Oylar kullanılıyor ama ABD gibi ülkeler ya çekimser kalıyor ya da kendi menfaatleri doğrultusunda oy veriyor. En nihayetinde süper güçler hiçbir şey yapmıyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi tutuklama kararı veriyor ama ‘İsrail’in kendini savunma hakkı var.’ deniyor. BM gibi kurumları nasıl ciddiye alabiliriz?” ifadelerini kullandı.
Muhammed, BM reformuna destek verirken küresel düzen içerisinde koordinasyon rolünü bir kurumun üstlenmesi gerektiğini belirtti.
“Etkili olduğumuz için engel uyguluyorlar”
Panelin “Dijital Çağda Hakikat: Medya, İnsan Hakları ve Dezenformasyon” adlı üçüncü oturumunda konuşan gazeteci Rehma Zein, İsrail hakkında geleneksel medyada kullanılan, “Orta Doğu’daki tek demokratik ülke” ve “İsrail’in kendini savunma hakkı var.” ifadelerine değindi.
Bu ifadeleri, “sürekli çalışan halkla ilişkiler mekanizmasının bir ürünü” olduğunu söyleyen Zein, “Sosyal medyada ise herkes İsrail’in ne olduğunu, nasıl bir apartheid devleti olduğunu görüyor.” dedi.
Zein, adaletsizliğe sesini çıkaranlara karşı bir halkla ilişkiler çalışması olarak “aktivist” dendiğini belirterek, “Çocuklar öldürülmesin derseniz aktivist olmaz, insan olursunuz. Gerçekten mutlu olmalıyız çünkü (sosyal medyada) etkili olduğumuz için bize engel uygulanıyor. Var olmamız, gücümüzün farkında olmamız (sosyal medya şirketlerinin) işine gelmez.” diye konuştu.
Gazze’deki gazetecilerin adaletsizlikten korkmadan adaletsizliği gösterdiğini anlatan Zein, “Adaletsizlikten korkmak adaletsizlikten daha kötü. Konuşulması gereken konuşulmayınca daha kötü oluyor. Filistin bize düşünce liderlerinin konuşmasını beklememeyi öğretti.” ifadelerini kullandı.
“Geleneksel medya, TikTok yüzünden anlatıyı kontrol edemiyordu”
Yapımcı ve oyuncu Reshad Strik ise sosyal medyanın da Siyonist gruplar tarafından yönlendirildiğini öne sürdü.
Var olan sosyal medya oluşumları karşısında bir rekabet gelişince bunu susturma çalışmalarının başladığını anlatan Strik, ünlü medya yatırımcısı Rupert Murdoch’ın yaşadığı bir tartışma sonucu Sky Sports’u satın almasını örnek gösterdi.
“Siyonist lobi bir araya geliyor, çevreliyor ve lobicilik yaparak parçalıyor.” diyen Strik, TikTok örneğini de vererek “TikTok’un muazzam bir gücü var. Yaptığı şeylerle dünyayı değiştirdi. Yeni bir nesil etrafını gördü. 7 Ekim sonrası yaşananları orada görebildiler. Koşulları gördüler. Artık geleneksel medya, TikTok yüzünden anlatıyı kontrol edemiyordu.” dedi.
Strik, asıl endişe edilmesi gerekenin Facebook ve Instagram’ın sahibi Meta şirketiyle ABD’li milyarder Elon Musk olduğunu söyleyerek, kendisine X’te uygulanan sansürden söz etti.
Hollywood’da yaşadığı dönemde Filistin’den ve Siyonizm’den bahsetmenin mümkün olmadığını kaydeden Strik, ünlü bir menajerlik ajansında çalışan bir kadın oyuncu temsilcinin, içinde İsrail geçmeyen bir gönderiyi yeniden paylaştığı için önce görevinden uzaklaştırıldığını, ardından da kademe düşürülerek özür dilemeye zorlandığını anlattı.
Strik, “Siyonizm bütün dünyada böyle bir güce sahip ve buna son vermek gerekiyor.” derken Müslüman aktörlerin pek çok kara propaganda ve zorlukla mücadele ettiğini belirtti.
“Ana akım medya bizi Gazze’deki soykırımdan uzak tutmaya çalıştı”
Panelde konuşan Dijital Yayıncı Muhammad Jalal, ABD Başkanı Donald Trump ile eski Başkan Joe Biden arasında fark görmediğini, Trump’ın yalanlar söylediğini, Biden’ın ise yalanlarını dezenformasyonla cilaladığını dile getirdi.
Günümüzde dezenformasyonun yalanların üzerini örttüğüne işaret eden Jalal, dijital medya ve alternatif medyanın ana akım medyanın yaydığı dezenformasyon ve anlatılara karşı durduğu yorumunda bulundu.
Jalal, “Ana akım medya bizi Gazze’deki soykırımdan uzak tutmaya çalıştı. Buna karşın, alternatif medya ise Gazze halkının sesini daima duyurmaya çalışmalı. Onların sesi duyulmalı.” ifadelerini kullandı.
“Bizim susma hakkımız yok”
Oyuncu Sinan Albayrak, insan haklarını ihlallerinin duyurulmasında sosyal medyanın önemine işaret ederek, kendi hesabı üzerinden ulaşmaya çalıştığı kişilere Gazze’deki soykırımı duyurmaya çalıştığını anlattı.
Oyuncu kimliğini kullanarak sosyal medya aracılığıyla paylaşımlarının büyük kitleye ulaştığını kaydeden Albayrak, sözlerini şöyle sürdürdü:
“7 Ekim’den beri vermeye çalıştığım mücadele, Gazze’de ve Filistin’de olanları elimden geldiğince duyurabilmek. Bu sosyal medyanın savaşı, bu savaş sosyal medyada yürütülüyor. Bizim susma hakkımız yok. Biz sustukça şimdi izlemekten kaçındığımız vahşet manzarası, kapımızın önünde değil, içeride olacak.”
Albayrak, ayrıca, sosyal medyada Gazze’deki vahşete sessiz kalan birçok arkadaşıyla iletişimini de sonlandırdığını dile getirdi.
Muhabir: Zuhal Demirci,Behlül Çetinkaya