İslam İşbirliği Teşkilatı’nın aktif üyeleri olan Türkiye ve Suudi Arabistan, Gazze’ye yönelik diplomatik cephede çalışıyor. Stratejileri, Çin ve Rusya gibi Batılı olmayan güçlerin daha derin katılımını ararken, savaşı mümkün olduğunca uluslararası hale getirmeyi içeriyor.
İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkeler olarak Filistin’den Keşmir’e, Myanmar’dan Uygurların içinde bulunduğu zor duruma kadar pek çok konuda işbirliği yapıyorlar. Filistin meselesi sadece işbirliklerine yardımcı olmakla kalmadı, aynı zamanda 1969’da Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya düzenlenen kundaklama saldırısına yanıt olarak Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı’na üyeliğinde de önemli bir mesele oldu.
Türkiye’nin Suudi Arabistan merkezli İslam İşbirliği Teşkilatı’na katılmasıyla sonuçlanan süreç oldukça tartışmalıydı. Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatı Tüzüğü’nü Türk anayasasının laiklik ilkesiyle bağdaşmadığı gerekçesiyle onaylamadığı için ön üye olarak başladı. Sol görüşlü Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin İslami forum ve organizasyonlara katılımına karşı çıktı.
Ancak muhafazakar bir dünya görüşüne sahip olan Süleyman Demirel liderliğindeki Türk hükümeti, ülkenin İslam İşbirliği Teşkilatı’na katılımını Türkiye ile Ortadoğu devletleri arasında geçmişte yaşanan yanlış anlamaları silmek için kullanmaya çalıştı. Hem iç hem de dış siyasi gelişmeler Demirel’i, 1969 yılında Rabat’ta yapılacak ilk İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısına Türkiye dışişleri bakanını göndermeye itmişti. Ancak Türkiye, bir yandan Arap dünyasına yaklaşmaya çalışırken bir yandan da İsrail’le ilişkilerini yolunda tutmaya çalışıyordu.
Türkiye, 1948 Arap-İsrail savaşı sırasında tarafsız kalmıştı. Savaşın sona ermesinin ardından Ankara, İsrail’i tanıyan ilk ülkelerden biri oldu. 1949’dan 1979 Mısır-İsrail barış anlaşmasına kadar Türkiye, İsrail’le diplomatik bağları olan tek Müslüman çoğunluklu ülke olarak kaldı.
Ancak bu yaklaşım İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye ülkeler tarafından hoş karşılanmadı. 1974 yılında yapılan ikinci zirvede Türkiye’nin İsrail ile bağlarını koparması istendi. Ankara, zirvede alınan bazı kararları onayladıysa da Tel Aviv’le ilişkilerini kesmeyi kabul etmedi ve bu nedenle İslam Kalkınma Bankası’ndan finansman reddedildi. Türkiye bu hamleye örgütteki temsil düzeyini artırarak tepki gösterdi.
Ankara ayrıca Kuzey Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’tan zirvede konuşma yapmasını ve toplumdan bir temsilcinin tüm İİT toplantılarına katılmasını istedi. Türkiye’nin talepleri kabul edildi ve İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısının İstanbul’da yapılmasına da izin verildi. Denktaş, Mayıs 1976’da İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen yedinci İslam Dışişleri Bakanları Konferansı’nda konuşmasını yaptı. İKT’nin gelecekteki toplantılarına Kıbrıs Türk Müslüman toplumu temsilcilerinin davet edilmesi kararlaştırıldı.
Türkiye, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Ankara’da herhangi bir şart olmaksızın ofis açmasına izin vermeyi bu konferansta kabul etti. Dolayısıyla Filistin davası, Türkiye’nin İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye olmasında ve Orta Doğu ülkeleriyle bağlarının onarılmasında kilit rol oynadı. Bu durum şu anda da geçerlidir.
Geçtiğimiz üç hafta boyunca, Türk ve Suudi dışişleri bakanları, diğer İslam İşbirliği Teşkilatı ülkelerinden mevkidaşlarıyla birlikte, Gazze’deki savaşı durdurmak ve Şeride insani yardımın girmesine izin verilmesi için uluslararası eylem arayışında olan dünyayı dolaşan bir misyon üstlendiler. Heyet Pekin, Moskova, Londra, Paris, Barselona, ABD ve Kanada’da görüşmelerde bulundu. Gezinin son ayağında çekilen fotoğrafta Suudi, Türkiye ve Filistin dışişleri bakanları da hazır bulundu.
Onlarca yıldır Filistin sorunu Suudi ve Türk resmi pozisyonlarında önemli bir yer tutuyor. Özellikle İsrail’in uyguladığı haksız abluka nedeniyle Gazze merkezde kaldı. Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkı halklarının zihninde hâlâ önem taşıyor.
İslam İşbirliği Teşkilatı bu devletlerin İsrail-Filistin çatışmasına katılımlarını sergilemeleri için önemli bir platform görevi görüyor. Her ne kadar İslam İşbirliği Teşkilatı, çatışmada barış ve adaleti savunma konusunda çok önemli bir rol oynama potansiyeline sahip olsa da, Filistin halkının acılarının sona ermesini sağlamak amacıyla üyelerinin sürece dahil olmak için daha fazla adım atması zorunludur. .
Gazze krizine uyumlu ve sağlam bir tepki oluşturma konusunda İslam İşbirliği Teşkilatı üyeleri arasındaki görüş ayrılıkları, bölgenin karmaşık jeopolitik gerçeklerini gözler önüne seriyor. Aralarındaki farklılıkların üstesinden gelip gelemeyecekleri ve savaşın gidişatının şekillenmesinde etkili bir rol oynayıp oynamayacaklarını zaman gösterecek. Türkiye ve Suudi Arabistan bu farklılıkların aşılmasında iki ağır top gibi hareket edebilir. Üye devletlerin gelecekteki eylemleri yalnızca çatışmanın çözümünü etkilemekle kalmayacak, aynı zamanda daha geniş Orta Doğu düzenini de tanımlayacak.
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın kilit üyeleri olan Türkiye ve Suudi Arabistan, Orta Doğu’da bir savaş olmasa da bölgesel istikrarsızlaşma potansiyeli konusunda derin kaygılar taşıyor. Ankara ve Riyad’ın Gazze savaşı sırasında -diplomatik cephe düzeyinde bile olsa- sürdürdüğü işbirliğinin, bu iki devlet arasındaki ilişkilerin normalleşmesini pekiştirip derinleştirmesi ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nın gelecekteki rolünü ve statüsünü güçlendirmesi muhtemel.
adem yaşar